Ben hayal dünyamın günlüğünü tutuyorum sadece...

28 Aralık 2014 Pazar

Bazı geceler...









Böyle günlerde... Odamın her santimi Cem Adrian sesi ile doluyken... Yani kırgın, ümitsiz ve yorgun olduğumda... Kırmızının beni mutlu etmediği günlerde... Sevmediğim günlerde... Bir şeylerin eksik olduğu, gökyüzünün artık mavi olmadığı gecelerde; Yedi parlak yıldız göremediğim için kendime sakladığım dileklerime... Artık gerçekleşmeyeceğine duyduğum inançsızlığıma... Çocukluğuma ve yaralarıma... O derin yaralarıma... Parmaklarımın klavye üzerinde piyano tuşlarında gezinircesine çaresizce gezindiği anlara... Şarkının bir kısmında yükselen tiz sese... Gözkapaklarıma... Ağır ağır inen yaşlarıma... Anlatamadıklarıma... Bilipte sustuklarıma... Rüzgara... Gidişine... Arkana bakmadan gidişine... Söyleyemediklerime... Dolan küllüğü boşaltmaya üşenmeme... Teki kaybolan en sevdiğim çorabıma... Raptiye kalmadığı için birbirinin üzerine panoya astığım, hiç gitmeyeceğim konser ve tiyatro afişlerine...  Doldurulamadığı için bir daha kullanamayacağım o güzel çakmağa... O kadının saçlarına... Onun upuzun saçlarına... Seni benden alan saçlarına... Benim kendi halinde dağınıklığıma... Yüklemsiz cümlelerime... Bitmeyen paragraflarıma... Aynı şarkıyı yüzlerce kez dinleyebilme kapasiteme... Her kış defalarca hasta oluşuma... Bir türlü mevsimine göre giyinemeyişime... Hiç kullanmadığım çerçevelerime... Kırılmış pastel boyalarıma... Hiç sevmediğim resim öğretmenime... Artık çalışmayan müzik kutuma... Bana bu sözleri yazdıran acılara... Bu kana susamış, bu yangın yeri öfkeme... İyileşmeyi reddeden benliğime... İyileşmeyen kimsesizliğime... Tüm kırılmışlıklarıma...

Derin bir nefes alıp sigaramdan, uzun uzun sövüyorum... Ne küfürler ama! Ben bazı geceler uyumuyorum... Cem Adrian çalıyor... Ben içimden küfrediyorum... Duymaya utanıp!


21 Aralık 2014 Pazar

Perde




Biz yokuz artık. Başkaları var. Şarkımızı şarkısı sanan. Kayan yıldızlarda aynı dileği dileyen... Kendilerini sonsuz zannedenlerder var.  Şehrimizi kendi şehri zanneden, bizim yolunu ezbere bildiğimiz yolları yeni keşfedenler var. Bizim karnını çoktan doyurduğumuz martılarımıza simit atanlar var. Ağaçkakan görme umuduyla ağaçlara bakarken birbirlerini unutanlar var. İyi geceler demeden uyuyamayanlar...

Kısacası, sen ve ben bir zamanlar neysek, ne olma ümidindeysek şuan öyle olanlar var... Yenilmez hissediyorlar kendilerini. Oysa o kadar kolay ki yenilmek. Bir anlık gaflet! Bir anlık boşluk! Bir anlık heves! Bir hata... Kocaman, devasa bir hata anı... Yaparken farketmediğin. Domino taşlarının üstüste yığılıp kelebek etkisi yarattığı bir hata... Senden vazgeçmemi sağlayacak tek bir hata. Yapmaman gereken tek şey... Senden istediğim tek şey...

Nasıl bu kadar aptal olabildin! Nasıl... Bu kadar sersem, bu kadar ahmak, bu kadar vurdumduymaz olabildin. Ne zaman bana verdiğin sözlerden vazgeçtin. Benden ne zaman vazgeçtin!

Aptal! Umudu kirletmek ancak senin gibi bir aptalın yapacağı birşeydi... Bravo sana... 

........................Ve perde kapanır.................


12 Aralık 2014 Cuma

Dönme Dolap



Anlatmanın zamanı geldi sanırım...

...

Elimde telefon ekrana bakakaldım. Bir damla yaş yada bir kaç emin değilim... Sinsice telefonun ekranına çarpınca hızlıca gözlerimi kırpıştırdım. Üzerime oturan öküzü ittirip nefes almaya çalıştım. Neredeyse koşarak terasa çıktım. Gökyüzüne ne kadar yakın olursam o kadar rahat nefes alırım sandım. Aklımdan onlarca cümle geçti. Onlarca söz dizimi. Ben hiçbirine inanmadım. İnsan gözünün önündekini görmüyor işte! Gerisi bana kalsın.

...

İşyerinden çıktım. Sana yazdım. Kötüyüm, seni görmem lazım diye. İşin garibi kötü olma sebebim sendin. Ama ihtiyaç duyduğum tek kişi yine sendin. Yanına geldim. Bir gün önce yanından ayrılırken kalbim yerinden çıkacak gibi olan ben, bomboş geldim. Vapura binmeden bir emanet kutusuna bırakmışım gibi hislerimi...

...

O çok sevdiğim yere götürdün beni. Hani gökyüzünün incecik bir çizgi gibi görünmesini sağlayan eski binaları olan o güzel sokağa... Martıların ve deniz kokusunun kucağına... O minicik taburelere... Oturduk. Benim aklımda binlerce soru. Sende olmayan cevaplar. Sustum. Huyum olmadığı halde. Sonra sen anladın. Bunu öğrendiğim için bana kızdın. Zaten sen hiç haksız olmadın! Bilmemeyi diler miydim bilmiyorum.

...

Kadınlık gururum _ eğer öyle birşey gerçekten varsa (ki olmasını dilerim)_ ayağımın altında ezip bir sigara yaktım. Hiç kurmadığım şekilde mantıklı cümleler kurdum. Sen hep sustun. Bu haksız birinin suçluluk duygusu ile sığındığı bir sessizlik olmadı. Bu daha çok umursamaz bir sessizlikti. Canım en çok burda yandı.

...

Bir cevap vermen umuduyla o eski bahçeye yürüdük. Ordan deniz kenarına. Tanrım! Ne çok yürüdük. Birbirimize doğru olmayan adımlar atmak ne acı... Sana teşekkür ettiğimi hatırlıyorum. Herşey için. İçinde kinaye olmayan bir teşekkür...

...

Sahilde oturuşumuz ve benim içimden 15 senedir hiç vazgeçmediğim dileğimin geçişi... Senin tahmin edişin. Ama suskunluğun! O kahrolası, o maddeleşmiş, o yangın yeri suskunluğun... Beni içine çeken beni tüketen suskunluğun...

...

Bir sürü bahane ile 5 saat geçirdik. Sonunda bırakmam seni dedin. Bırakacağını ikimizde bilirken. Ben senin yakınında ki bir meyve bahçesiydim. Eğlenceli, el altında, itaatkar... Sen beni sevemedin. Biliyorum. Kızma kendine. Benim de sevemediğim bir sürü insan geçti hayatımın kıyılarından...

...

Bunları şimdi yazabiliyorum. Tam olarak 5 ay sonra. Çünkü ben kendimi azad ediyorum bugün. Artık yeni bir başlangıcım var. Yeni bir sebep yaşamak için. Belli ki beklemek saçma. Belli ki affetmeyeceğim seni. Belli ki güneş bizim için doğmayacak...

...

O yüzden en iyisi gitmen içimden. Sana dair herşeyi silip, yırtıp attıktan sonra sıra anılara geldi. Bilirsin severim ben anıları. Ama bazen büyümek gerek... Dönme dolaptan inme vakti...

Hoşçakal...

6 Aralık 2014 Cumartesi

Kabataslak









   Hafıza adında berbat bir yol arkadaşım var benim. En küçük ayrıntıları beynimin kenar köşelerine saklayan. Seni her bir parçan ile hatırlayan... Bu sigaranın izmaritini farketmeden içtiğinde dudağında hissettiğin acı, ağzında ki kömür tadı gibi... Bu bazı semtlere, bazı şarkılara küsmek gibi. En sevdiklerin olsa bile... Bu çırılçıplak kalmışsın gibi kalabıklarda... Kötü, çirkin bir duygu. Bağırmak istiyor insan. Çığlık çığlığa bağırmak! 


    Tüm vücudum kaskatı.. Tek bir kasım bile hareket etmiyor sanki. Her sabah kendimle savaşarak benden bekleneni yapmak! Dostlarıma göre kazanmak.. Benim için her defasında derin yaralar almak... Sensizliğin kabataslak bana yaptığı bu. Buna bir isim veremiyorum. Bildiğim hiç bir şeye benzemiyor. Evimin yolunu unutmuşum gibi... Saçma... Kendimi omuzlarımdan tutup hızlıca sarsamak istiyorum. Kendine gel! Bu sen değilsin. Kalk ve bir defa daha savaş demek istiyorum... Aynaya takılıyor gözüm. İçim sızlıyor. 

   Siyah beyaz görmek hayatı... Herkese geçtiğini söylediğim bir yaranın, kabuk bağlamasına izin vermemek... 

   İyi bir insanmışım ben. Herkes öyle diyor. Ama iyi olmanın, insan olmanın, erdemli olmanın, düzgün olmanın yetmediği bir boşlukta yaşıyorum ben. Burası karanlık, burası çok dar. Sığmıyorum. Bazen bir şeyler dürtüyor beni. Yaşama sevinci hissediyorum belli belirsiz. Bir parça umut belki. Sonra... Sonra seni gördüğüm o ilk günün anısını çıkartıyor berbat yol arkadaşım! En başa dönüyorum.

   Ben her yeni güne, savaş yaraları ile başlıyorum....