Ben hayal dünyamın günlüğünü tutuyorum sadece...

27 Mart 2015 Cuma

Kırış kırış..




Ben diğer insanlara benzemem... Yeni serilen çarşafta uyuyamam... Kabus görürüm. Kırışıklık, karışıklık benim sahibi olduğum herşey... Ütüden ütülü olan herşeyden nefret ederim. Karmaşık adamlar severim. Kötü olmayan ama kötü gibi yapan... Cızırtılı şarkılar severim. Pürüzsüz bir ses rahatsız eder beni. Musluktan damlayan suya sinir olmam. Her seferinde teki mutlaka bozulan ojeye kızmam. Defalarca çakmadan yanan çakmakları sevmem. Benim için karışıklık iyidir. Bir şeylerin karışık olması beni yaşadığıma inandırır. Gerçek benim için böyle... İlişkilerim de karışıktır. Dikiş tutturamam. Beceremem birşeyler hep yanlış gider. Yanlışlıklar kendimi rahat hissettiriyor. Kusursuzluk bana göre değil. Ben daha çok diş macununu ortasından sıkanlardan... Beyazların arasına bir tane kırmızı çorap koyup öyle yıkayanlardanım. Ben aynı anda bir sürü şey düşünüp hiç birini yapamayanlardanım. Ben herşeyi karışık severim... Kumpiri, dondurmayı... Birbiriyle alakasız şeyleri yanyana koyarım. Mercimek çorbası ile beyaz peynir yerim, kahve içerken çilek yer, mutlu olduğumda kötü anılarımı düşünür üzülürüm... Karışığım ben. Karmakarışık. Düğüm olmuş bir top iplik yumağı gibiyim. İnsanların sevmediklerini, sevemediklerini, rahatsız olduklarını severim. Ben gol yiyen kaleciye, detone olan şarkıcıya, beceriksz sihirbazlara, yüksekten sallayan falcılara, gürültüye, trafiğe, en sevdiğim şarkının ortasında giden elektriğe kızmam... 

Kızmak için daha fazla şey beklerim. Sanki hakkımı doldurursam bir daha kızamayacakmışım gibi. O yüzden büyük tabularım var. Küçük şeylerle zaman kaybedemem... Karışıklığı sevme nedenim bu. Birbirine geçmiş kolyeleri sabırla ayıklarım. Teki kaybolan çorapları atmam. Dağılmışları severim. Dağınık kalmasını severim içimin. Çünkü bir yangın var. Birşeyler yanıyor. Dumanı gören, itfaiyeyi çağıran yok. Basmakalıplardan kaçmanın başka çaresini bulamadım. Bende karışıklığı sevdim. Sevmek zorundaydım. 

Biryerlerde bunları okuyan birileri var. Kızıyor içten içe. Karışıklık sevilir mi diyor biliyorum. İçi dağınık olan insan nasıl düzen sevsinki? Ruhum kırış kırışken nasıl ütüleyeyim kıyafetlerimi? Herşeyin rengi bu kadar bulanıkken neden beyazlarım beyaz kalsın ki? Asilikten değil yorgunluktundan, yıpranmışlıktan benimki...

Karışıklığım saçlarımın dalgasını denizden almasından... Düzensizliğimde, kırışıklığımda bundan...

(Tüm yorulmuşlara, durup dinlenemeyenlere ithaf edilmiştir.)

El değmemiş çerez kasesi bitti!



    Bir şeyin olmasını ne kadar beklerseniz o anı o kadar çok mükemmelleştirirsiniz zihninizde. Bu bayramı beklemek, bu Almanya'dan gelecek uzaktan kumandalı arabayı beklemek, bu 18 yaşına basmanın hayalini kurmak gibidir... Ne kadar çok beklerseniz o kadar çok hayal kurarsınız. Dün gece; yani aslında doğumgünümün ilk saatlerinde o çok beklediğim şey oldu! Garipti. Neye benzeteceğime karar veremedim. Çok beklemiştim. Mükemmel olmalıydı. Mükemmel olması için çabaladım. Ama olmadı! Hiçbir bayramın hayal ettiğim gibi geçmemesi, Almanya'dan gelen uzaktan kumandalı arabanın bozulması, 18. doğumgünümü ağlayarak geçirmem gibi...

    Dün gece, pardon sabah... El değmemiş çerez kasesinin omuzunda uyudum. Doğru duydunuz. Bu dört buçuk yıldır beklediğim an! Bu nasıl olur diye hayalini kurduğum, düşünürken yüzümü kızartan masum hayal! Şuan boşluktayım. Santa (Noel Baba) , Eros, Tabiat Ana, Tanrı... Neye inanıyorsanız, ben Tanrı'yı seçeceğim. Dileğimi kabul etti. Ve garip bir şekilde onun için dileğimi harcadığıma üzüldüm. Yani biz insanlar doğru kararlar aldığımıza kendimizi inandırmakta ne kadar başarılıyız. Aslında her bir hücremiz yanlış diye çığlık atarken biz nasıl da asiyiz. Nasıl başkaldırıyoruz. Oysa hiçbir savaşın müttefiksiz kazanılamayacağını öğrenecek kadar okumadık mı kendi tarihimizi? İyileştirebileceğimize inandığımız, düzeltebileceğimize inandığımız adamlar için kaybettiğimiz savaşlar, ganimetler yetmedi... Hiç yetmez ki...

    Dün gece bir hayalim gerçek oldu. Olmama ihtimali ile yaşarken büyülü olan o an! O imkansız görünen o garip o muhteşem an! Artık sadece bir anı oldu. Kısa süreli bir tebessüm. Ve ben bir karar verdim. Bir şeyin olmasını istemek ve olduğunda yaşacağım tatminsizliği ölçmeden bir daha dilek dilemeyeceğim...

    El değmemiş çerez kasem'e... Kader yazıcıları kitabını anımsıyorum. Lise yıllarımda okumuştum. Dün gece bende kaderimi yazdığımı anladım. Yazdığım gerçek oldu. Senin bir suçun yok. Kaderin bir şakası, insanlığın tuhaf tatminsizliği... Yinede doğumgünü hediyem için teşekkür ederim...


(Kabul olması için sürekli dileğiniz tüm dilekler için)

13 Mart 2015 Cuma

Vazgeçemeyenlerin hikayesi...



Söylenecek sözler hiçbir zaman bitmiyormş. Yolda yürürken sert esen bir rüzgar'dı bugünkü bahanem. İnce giyinmiştim gene. İçim titredi. Yakamı çekiştirip, ellerimi ceplerime soktum. Çaresizce ısınabilme telaşına girdim. Sonra senin, kendime iyi bakmadığıma dair uzun nutuklarından biri çınladı kulağımda. Kendi canımın kıymetini bildiğim pek söylenemez. Haklı olduğun tek konuydu. Kendime bakmayı beceremiyordum bir türlü... Bir dolu yanlışlıklar dizisi... Mevsime göre giyinemiyordum. Doğru adamı bulamıyordum. Zararlı olduğunu bildiğim halde kahveden vazgeçemiyordum. Meyve yemiyordum. Sigarayı azaltamıyordum. Seni sevmeyi bırakamıyordum. Deniz kenarında üşüdüğümü farkedemiyordum. Atlet giymiyordum. Saçlarımı duştan sonra iyi kurutamıyordum. Senin beni aldattığını anlayamıyordum. Anlamak istemiyordum. Hava durumuna bakmayı öğrenemediğim için senenin yarısını hasta geçirmekten alamıyordum kendimi... 

İnsanlar kötü alışkanlıklarını severler. Asi hissederler kendilerini. İsyankar... Sende benim kötü alışkanlığımdın işte...

Küçük bir çocuğun çok çikolata yediği için ağrıyan midesi gibiydi, kalbim. O kadar çok sevmiştim ki zehirlemişti beni, sevgin. O çocuğun çikolatadan vazgeçemeyeceği gibi vazgeçemeyecektim senden.  

Vazgeçemedim de zaten...


(Vazgeçemediğimiz tüm kötü alışkanlıkları ithaf edilmiştir.)



12 Mart 2015 Perşembe

Ölümsüz değiliz...





Sigarasından derin bir nefes aldı kadın. Gözlerini kısacık bir an yumdu ve başını hafifçe yukarı kaldırıp soluğunu bıraktı. Küçük bir duman bulutu sardı etrafını. Saçlarına sindi sigara kokusu... Anlamış gibi saçını eliyle havalandırdı. Hırçın buklelerinden biri alnına düştü. Aldırmadı. Bir nefes daha çekti... Sonra bir nefes daha... Gözü kapalı olmadığı anlarda denize dönüktü. Durgundu... Koşmadan, sakince yürüyerek denize sarılacak gibiydi. Yanında ki adam da suskundu. O denize veya kadına değil, doğrudan yola bakıyordu. Sanki koşarak bir taksiye atlamak ve binalar arasında kaybolmak ister gibiydi. Ne konuştuklarını duymama gerek yoktu. Herşey açıktı. Kadın karar vermeye çalışıyordu. O bakışı nerede görsem tanırım. Kırgın, yorgun, yaralı ve düşünceli bakış. Adam bir şeyler yapmış olmalıydı. Yoksa o kayalıklarda oturmalarının başka bir sebebi olamazdı. Kadın bir sigara daha yaktı. Ciğerleri bir kez daha dumanla doldu. Saçı bir kez daha alnına düştü. Adam bir kez daha yola baktı. Kadını ordan almak istedim. Onu alıp en güzelinden bir çilekli pasta ısmarlamak ona. Konuşmadan saatlerce susmak! Ona iyi gelmek istedim. Onu iyileştiremeyeceğimi bile bile... İçim acıdı. Ne kadar tanıdıktı o acı! Tanımamayı dilerdim. Tepkisizce geçip gidebilmek yanlarından. O banka çivilenmişim gibi oturmamak isterdim. Kadının canı acımasın isterdim... Canım acımamış olsun isterdim...

...

Bir süre sonra kadın karar vermişçesine hızla kalktı yerinden. Çantasından bir naneli şeker alıp ağzına attı. Adam sigara içmiyordu muhtemelen. Kadın kısa bir suçluluk anı ile şekeri dişlerinin arasında ezdi. Bugün öpüşmeyeceklerdi. Ve bundan sonrada... Adamın yüzüne hiç bakmadan kayalık zemini tırmandı. Adam da arkasından gitti. Yanımdan geçtiler. Kadının gözleri kararsızca dolaştı üzerimde. Sonra neden bilmiyorum minnetle yumdum gözlerimi. Anladığımı, yalnız olmadığını bilsin istedim. Anladık birbirimizi. Ve onun hikayesinin kalan kısmını yazmaya karar verdim. 

...

Kadın o günden sonra bir daha asla görmek istemediği halde görecekti adamı. Çoğuna sonsuzluğu anımsatan bu şehir ikisini bir kez daha bir araya getirecekti. Kadının kırgınlıkları, yaraları geçmemiş olacaktı. Adamın kendinden emin ifadesi kaybolmayacaktı. Adam pişman olmayacak, kadın onu affetmeyecekti. Onlar birbirlerinin hayatında hiç olmamışlar gibi geçip gideceklerdi. Hiç sarılmamış, birbirlerinin kulaklarına sevdiklerini fısıldamamış, elleri birbirine uygun birer yapboz parçası gibi birbirine geçmemiş, 7 parlak yıldızda dilek dilememiş, sinemaya gitmemiş, karşılıklı çay içmemiş, birbirlerinin dizlerinde hiç uyumamış gibi kaybolup gideceklerdi. 

Herkes birbirinin hayatından kaybolur. Ölmek için intihar mektubu bırakmak zorunda değilsindir aslında. Sessizce, derin bir tevazu ile kadın, adamın hissettirdiği herşeyi öldürdü... Ve  adamda kadının hayatında herhangi biri oluverdi birgün...

Ölümsüzlük bir duygu veya bir insana yüklenemez. Ne doğa, ne dünya, ne dünya üzerinde yaşayan insanlar veya duygular ölümsüz değildir.  

Ölümün insanlara ait olmaması gibi...


Öldürmek zorunda kaldığımız tüm aşklara ithaf edilmiştir...

5 Mart 2015 Perşembe

Korkaklığım...




Şimdi ben gözlerimi kapatsam... Farzı misal hayal olsam... Gelip kapına dayansam... Başucuna çömelip seni izlesem! Filmlerde ki gibi elimi sürmeden sevsem saçlarını. Yüzünde ki her bir değişimi zihnime kazısam... Sabaha dek. Öylece dursam yanında. Beni görmesen. Ben sevsem seni böyle uzaktan. Kime ne? Çok sevsem! Affetsem seni! Hesap vermek zorunda olmasam kendime... Ben sadece seni severek yaşasam... Ne zor şey sevmek! Ah bilsen. Affedemediklerim karşıma diziliyor her sözün geçtiğinde... Ahh... Nasıl acıyorum. Çok acıyorum kendime... Yenemediğim öfkeme, kışın ortasında açan güneşe, birlikteyken çok sevdiğim ama  müziğe yalnız devam etme kararı alan o güzel insanlara, yalancı baharlara, henüz ismini bile bilmediğim kuş çeşitlerine, küllüğü dökmeyi unuttuğum gecelere kızgınım... Ben nasıl affedeyim seni? Önümde upuzun bir nefret listesi... Dünya bir araya gelmiş diyor ki bana; sevme onu, affetme! Ama zor, yeniden başlama gücünü bulmak... Değişiyorum... Korkunç bir insana dönüşüyorum. Korkuyorum. Artık ağlamaktan, gittiğim her yere seni taşımaktan, yapamadıklarımızdan ve birlikteyken yaptığımız herşeyden, tüm anılardan nefret ediyorum... Çiçekli elbiselerimin yerini alan siyahlardan korkuyorum. Gizlice ağlamakta gün geçtikçe ustalaşan gözlerimden, paramparça olan umudumdan korkuyorum...

İnsanlığımın kayboluşunu izliyorum ve çok korkuyorum... 


(Tüm korkanlara ve korkulara ithaf edilmiştir...)