Ben hayal dünyamın günlüğünü tutuyorum sadece...

30 Aralık 2012 Pazar

Rüzgar Çanı'na selam...









Acı verici şeyler yazıyorum ben. Hüzünlü… Böyle insanın içini çekerek okuduğu şeyler. Belki de olması gerekenden fazla hüzün vardır içimde...

Bu sene canımı acıtmamış gibi yaptım yokluğun için. İnsan her sene aynı günü resmi bayram ilan eder mi  mutluluğuna. O gün melatonin, serotonin ve endorfin salgılamıyor vücudum. Mutluluğun zerresi geçmiyor aklımdan.  Yüzümde bir küçük damla tebessüm… Bu senede yoktun. İnsanlar artık üzülmemem gerektiğini düşünüyor. Haklılar. Biliyorum. Ama içim karman çorman… 

Bir bilsen,  ne çok şey var anlatmak istediğim sana. Âşık olamadım bu sene de. Aynı işte çalışıyorum hala. Arkadaşlarım var yeni. Ama ne zaman boş bir sandalye olsa masada, seninle hiç gitmediğimiz o yerde hayaletin sanki gelip oturuyor yanı başıma. Bir bira söylüyor. Soğan halkalarımı paylaşıyorum onunla. Konuşmuyor benimle. Ama duyuyor içimde ki çığlıkları. Sigarama ortak oluyor. Kahvaltılara gidiyorum, içmeye gidiyorum, dans etmeye gidiyorum hiç sevmesem bile. Olmuyor. Ne biçim bir yoksunluk bu anlamıyorum. Anlamadığım için anlatamıyorum da. 

Oysa sana yine çok ihtiyacım var. Neler oldu bir bilsen. Bu deli yine ne işlere kalkıştı!  Romanımı bitirdim. Güzel de oldu. Noterde tasdikletmek için kredi çektim. Tasdiklettim de… En mutlu günlerimden biriydi. Görsen taksim de yürüyorum, kuşlar için bir liraya arpa satanlardan arpa aldım minik dostlarım için. Bol bol besledim onları. Sonra mendil satan amcalardan mendiller aldım. Islak mendiller, kuru mendiller…  Sokak müzisyenlerini daha çok sevdim o gün. Para attım müzik kutularına bolca. Sonra dosyama sarıldım gülümseyerek yürümeye başladım. Tanımadığım insanlara günaydın dedim. Dükkânlarını yeni açan insanlara hayırlı işler diledim. Akşam ilk iş yayınevlerine gönderdim dosyamı. Haber bekliyorum hala…

Bu kadarla kaldı sanma! İnternet üzerinden online yayın yapan bir dergide yazmaya başladım. İlk yazım için kocaman 2 sayfa verdiler bana. Nasıl gururlandım görmeliydin. Gözlerim dolu dolu defalarca okudum. Ezbere bildiğim yazıyı… Copy Center’a  gidip kuşe kağıda büyük bir boy çıktı aldım kapağın ve yazdığım sayfanın… Sahi söylemedim dimi sana. Kapakta yazımın başlığı vardı. Hala yazıyorum orada. Bloğumda da yazıyorum. İnsanlar ara sıra içten mesajlar gönderiyorlar bana… Her birini nasıl özenle okuyorum bilemezsin…

Sonra sabah oluyor. Erkenden kalkıyorum. Giyinip işe hazırlanıyorum. Servise yürürken eskiden beraber koştuğumuz parkın içinden geçiyorum. Arabanı görüyorum bazen park etmiş. Uçuşu yok bugün herhalde diyorum. Balkonuna bakıyorum evinizin. Rüzgâr çanının sesini dinliyorum. Saatime bakıp hızlı adımlar ile yürüyorum. Ama bil rüzgâr çanınıza selam vermeden geçtiğim tek bir sabahım bile olmadı. 

7 sene bitti. Ama hala hayaletin ile yaşıyorum ben. Seneye canımın biraz daha az acıması için dua ediyorum sadece… Çünkü emin ol katlanılacak gibi değil yokluğun.

Seneye görüşmek üzere cancağızım…

21 Aralık 2012 Cuma

Kadın / Benim Sesimden...

ozumdecokiyiyim.blogspot.com için bu kez yazmakla yetinmedim birde benim sesimden dinleyin istedim.




19 Aralık 2012 Çarşamba

Kaçış Planı



Rüzgar senin sokağından geçerken ki kadar sert esse hep duramazdım bu şehirde. 

            Nasıl zor bilemezsin sen, tüm ömrümü bunu anlatmaya adasam bile sen hep aynı kalacaksın. Benim seni sevmeme sebep olan o umursamaz gözlerinle bakacaksın hayata hep. Ve ben seni düşündüğüm için utanacağım kendimden. Bitecek gibi değil bu. Bir insanın kendine en uzak yeri sırtıdır derler ya öylesin şimdi. 

          Dizinde uyuduğum sabahlarım var zihnimin karanlık köşelerinde.. Ellerinin saçlarımın arasında dolaştığı anlarım var. Yağmurdan sığınmak için gölgene sığındığım, ceketinin içinde kaybolduğum zamanlarım var. Bir sürü sen varsın içimde. Aşık, şapşal, onurlu, vurdumduymaz, komik, kötü, en çok kötü senden var içimde. En çok o iz bıraktı. Atlatamadım. Geçmedi. 

           Şimdi benden tavsiye istiyor insanlar, aşk için. Verecek bir tavsiyem yok ki, enkazım ben. Üzerinden geçen zamana karşı bir tek bebek adımı bile atamadım ben. Ben mi tavsiye vereceğim? Ben bir şey verecek olsam sadece kaçış planı verebilirim aşktan. Benim yaptığım gibi. Sıkıldığını mı hissettin senden. Ayrıl! Kimsenin senden ayrılmasına izin verme. Aşık mı oldun? Ayrıl. Aşık olduğunu bilmesine izin verme. Seni sevdiğini mi söyledi, ayrıl! Senden vazgeçtiğini görmeyi kaldıramazsın! 

            Hayal kurma! Çünkü bir sigara içimliktir aşk dediğin. Bırak gitsin…

30 Kasım 2012 Cuma

Uyuyamayan güzel...

              


                 Âşık olmak zor zanaat ti… Çünkü doğru adamı bulmak gerekirdi önce, kalbinden her daim ipe sapa gelmez serseriler geçerken. Aslında yaşamak istediklerin fütursuzcaydı ama sen geleceğini düşündüğünden akşam evine elinde ekmeği ile gelecek o adamı aradın hep. Sakladın ruhunu ve izin vermedin kimselerin seni gerçekten tanımasına. Biliyorum. İstediğin hayat bu değil ama bunu yaşıyorsun. Bu verildi çünkü sana. Ve sende kavga etmekten korktuğundan belki de kabul ettin sorgusuzca.
      Sen martılardan korkan kadın âşık olacağın adamı seçememekten korkuyorsun şimdi de. Oysa sende biliyorsun hayat sana iki tane seçenek sunacak ve sen güvenli dünyanın küçücük penceresinden korkarak bakacaksın aşka. Yanlış kararlar vereceksin. Bir sürü yanlış karar. Oysa ne kadar isteyeceksin âşık olduğun adamla geleceği düşünmeden yaşamayı.
Hayat sadece bir matematik sorusu…  Birçok bilinmeyeni olan tuhaf bir denklem… Sen x’e değerler vereceksin, aşkı bulmak için. Doğrusunun bu olduğunu düşüneceksin. Oysa sana hep söylüyorum. Aynaya bak, kimsenin göremediği Sen’e.   Sonra seni üzecek o adama âşık ol.
Elbet doğru tercihlerin olacak. Bırak yadırgasınlar seni. Sen kendini unutma yeter. Çünkü bir kez unutursan kendini, hayallerini yaksan da ısıtamazsın içini…
Uyu şimdi. Dünya daha güzel ve anlaşılır bir yer olduğunda söz seni uyandıracağım… Ama bil ki prens hiç gelmeyecek.

13 Kasım 2012 Salı

Kıymalı yumurta Özlem'i




          

          Alışamam zannettiğim ne çok şeye alıştım ben bilemezsin. İnsan acıyla ilk karşılaştığında nasıl çaresiz, nasıl nefessiz kalır bilirim ben. Böyle için kurumuş hissedersin. Sanki seni ayakta tutan tüm hayati sıvıların kaybolup gitmiştir. O kadar susuzsundur ki derinin çekildiğini hissedersin. Bu yüzden nefes alırken ciğerlerine iğneler batar, derin nefesler almaktan korkarsın. Dizlerde ki bağın çözüldüğü andır o an. Yığılacak gibi olursun ama enteresan bir şekilde ayaktasındır. Yürüyor, nefes alıyor, karnını doyuruyor, seni tanımayan insanlardan acını gizliyorsundur. Nasılsın sorusuna hiç yapmadığın kadar içten bir gülümsemeyle iyiyim diyorsundur. İyiyim, yıkıldım ama sen bilme. Ve ben paramparçayım seninle konuşurken. Sen gülümsememe odaklan ve beni anlama! Farketme ne yaşadığımı. Sen sadece alman gereken cevabı al ve sorgulama fazlasını diyorsundur aslında.

       Yıllarca böyle yaşadım. Kimselere kalbimi açmak istedim ben. Dostum olmasın, derdimi kimseye anlatmayayım dedim. Bir daha kıymalı yumurta yemedim. Sen benden gitmek için bana son kez geldiğinde mutfakta pişen kıymalı yumurta kokusunu duyuyorum her yerde. Yiyemiyorum. Sevmiyordum artık...

       Biliyor musun? Yıllarca geri dönmeni bekledim. Annem, ne zaman hüzünlensem seni andığımı bilir. Ah hayaldaşım! Seninle bir kadeh tokuşturmuşluğumuz yok işte. Olmadı bir rakı masasında birlikte bir anımız. Şarkı söylemedik sarhoşluğun etkisiyle. Biz hiç yüzmedik seninle. Ve güneşlenmedik. Sen benim en derin, en gizli yaramsın ve ne yazık ki hep orada kalacaksın. Acın her depreştiğinde bir yazıma konuk olacaksın. Duymayacaksın, görmeyeceksin, okumayacaksın.

Az daha sabretseydin, zaten yıllar bizi yavaş yavaş uzaklaştıracaktı birbirimizden...

6 Kasım 2012 Salı

Beni görmemiş say!



Kitapların arasında kendine bir dünya kurmuş her birini tek tek inceliyordu onu izlerken. Her bir kitabı eline alıp önce kapağına sonra arka yüzüne bakıyor sayfalarını hızlıca çeviriyor sonra elinde tartıyordu. Neye dayalı bir seçim olduğunu anlayamamıştı kadın. Tüm gününü orada geçirmek ister gibiydi adam. Elinde olmadan gizemli adama katıldı kadın. Adam ne yapıyorsa o da aynısını yaparak kitapların arasında dolaştı. Oysa kadın sistemliydi, kitap almaya gitmeden önce hangi kitabı alacağına karar verir ve alacağı kitap yoksa oyalanmadan çıkardı kitapçıdan. Ama adam, kendini işine kaptırmış öyle sakin öyle huzurluydu ki, kadının alacağı kitaplar aklından uçup gitmişti.
Bir süre sonra kadına bakarak kitaplardan birini kulağına götürdü. Kadın şaşkınlıkla bir sonra ki hamlesini anlamaya çalışırken adam gayet kendinden emin bir halde; kadına bakıp "beni oku" diyor dedi. Kadın güldü. Adam kitabı koltuğunun altına sıkıştırdı ve devam etti. Bir diğer kitabı eline aldı adam sonra ve "Adını öğrenmek istiyor" dedi.
Özlem dedi kadın çekinerek.
Gülümsedi adam.
Eline aldığı kitabı kulağına götürüp aynı soruyu sordu kadın. Senin Adın ne?
Adam cevap vermedi.
Devam ettiği sır dolu yolculuğunun içinde kaybetti kendini yeniden. Uzun bir süre sonra koltuğunun altına biriken kitapları ile kasaya gitti. Ödemesini yaparken de izledi kadın. Sonra kitaplardan birinin üzerine bir şeyler yazdı. Ve poşete geri koydu. Poşeti tezgahın üzerinde bırakıp tezgahtara birşeyler söyledikten sonra ayrıldı. Kadın merakla kasaya gitti. Elinde tuttuğunu unuttuğu kitap ile beraber. Niyeti adamın peşinden gitmekti. Tezgahtar kadına tam o an seslendi.
Kitaplarınızı unuttunuz!
Hangi kitapları?
Biraz önce çıkan beyefendinin size bıraktığı kitapları.
Kadın şaşkınlıkla kasaya ilerledi. Poşeti aldı ve kitapçıdan çıktı. Adam çoktan gitmişti. En yakın kafeye oturup kitapları karıştırmaya başladı.
Kitabın ilk sayfasında sadece Beni oku yazıyordu. Bu kitap adamın kulağına götürdüğü ilk kitaptı. İkinci kitabı eline alıp hemen ilk sayfasını açtı. Özlem yazıyordu. 3. kitabın ilk sayfasında Senin adın ne yazılıydı. Heyecanla 4. kitabı açtı kadın.
Kitabın adı "Beni görmemiş say"dı. İlk sayfası boştu. Tüm sayfaları hızla taradıktan sonra kitabı kapattı. İşte o zaman kitabın arka kapağında ki fotoğrafı fark etti. Kitabın yazarıydı gizemli adam ve kadın ona hiç ulaşamayacaktı."

23 Ekim 2012 Salı

Sineklik

       






      Elleri üzerimdeydi. Bir daha hiç kendime sarılamayacaktım onun yüzünden. Tenimde yabancı kötü bir koku vardı. Yakınlarda bir çöp kamyonu varmış gibi. Oysa ne severdim yağmur yağarken camın önünde sessizce dikilip kollarımla bedenimi sarmayı. Artık yalnızca camın önünde duracağım kendime sarılamadan. Kendimden iğrenerek. Senden iğrenerek. Gökgürültüsü bastırıyor mu çığlıklarımı. Neden kimse duymuyor beni. Bu kadar mı görünmezim. Oysa yan masasında oturuyorum bir çiftin. Ve ileride en az benim kadar yalnız bir kadın daha var. Onu görüyorum. Kahve isteyeceğim, garson beni görmüyor. Görünmez olmak istemiyorum ben. Dokunulabilir, duyulabilir olmak istiyorum. Sinekliklerini kaldırmak istiyorum ruhumun. Teller ardından bakmak istemiyorum hayata. 

         Ama sen aldın ya hepsini elimden. Kimseye anlatamadım. Sessizliğime gömdüm acımı da. Kimse bilmeyecek neler yaşadığımı. Bir bedene hapsolmak ne demek bilmeyecekler. Artık bana ait olmayan bir bedene. Kapı gıcırtısında irkilen, karanlıkta yürüyemeyen, yatağının altında ki canavardan korkan 25 yaşında bir kadını kimse sevemez. Sevmeli ama. Eğlenceliydim ben. Yaşımın bir önemi yok. İnsanım hala. Nefes alıyorum. Sahi farkediliyor mu nefes aldığım. Kendi korku mabedimde yaşlanıyorum. Eşya değilim ben diye haykırasım var. Yaşıyorum ben. Duyun beni. Kimse duymuyor. İç yaralayan bir ezgi misali fısıltım. Oysa ben yağmurda şemsiyesiz yürüyecektim. Ve fırından çıkan ilk ekmekleri alabilmek için şafakta kalkacaktım yatağımdan. Çayı tavşankanı demleyecektim. Sardunyaları olacaktı balkonumun. Lavanta kokacaktı evim. Naftalin kokacaktı kazakları düşlerimin. 

       Sayende yalnızca bir gölgeyim ben. Korkulan, konuşmaya utanılan, acıyarak bakılan bir gölge. Sahi nasıl getirdin beni bu hale. Bu kadar mı ucuzdu bedenim. Ya da bu kadar mıydı ederim?


14 Ekim 2012 Pazar

Rüya

        


        Ne kadar kafa karıştırıcıydı gülümsemen. İç sesim maddeleşmiş senden uzak durmamı tembihliyordu bana, ellerini beline koyup ayağını sabırsızca yere vurarak. Çok sesli bir koro gibiydi oysa bedenim. Her organım ayrı bir müzik aletini başarıyla çalıyor gibiydi. Sana  doğru yürümüyor süzülüyordum sanki. Yer yürüyen bir merdiven gibi akıyordu ayaklarımın altında. Bizi ayıran şey sadece trafik ışıklarıydı. Bana da sana da durmanı emreden kırmızı küçük adam. Gözlerimizin birbirinde aradığı anlam; ilk görüşte aşk gibi. Adını duymak için heyecanlı  bir çaresizlikte kavruluyordum. Tanışabilirmiydik sahiden? Hatta sevebilir miydik birbirimizi? Vücudum çaresizlikle kıpırdanıyordu. Tüm duyularım harekete geçmişti. 

        Kırmızı adamın yeşil adama yerini devretmesi ile aramızda hiç bir engel kalmamıştı. Sana doğru süzülüyordum. Ellerin omzuna astığın evrak çantasını sıkı sıkı kavramıştı. Benim elim telefonumda. Bir ömür gibi süren bir kaç adımlık mesafeden sonra yanyanaydık. Kokunu alabiliyordum artık. Çam ya da meşe gibi odunsu ama sağlıklı kokunu. Ve ben frambuaz kokuyordum senin aksine. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan yanından geçtim. Boynum senin uzaklığına göre kendisini yeniden biçimlendiriyordu. Bakışlarımızın ayrılma zamanı gelmişti. Başımı sağa sola ümitsizce savurdum. Saçlarım dalgalandı. Vücudum normal ritmine dönüyordu işte. Bedensel müzikalim araba motorlarının sesine teslim olarak giderek cılızlaşıyordu.İnsan gürültüleri. Tanrı'm nasıl bu kadar gürültülü olabiliyorlardı? Bu imkansız olmalıydı.

        Uzaklaşmamızın son demlerinde belki de bir nanosaniye içinde yeniden arkama bakmam için tüm vücudumun harekete geçişi. Senin evrak çantanı sıkı sıkı tutuşun ve bir ilk yapıp bana gülümsemen. Gülümseyişinde kaybolmam ve uyanmam.

         Her sabah aynı rüyanın aşılmaz hiçliğinden sıyrılmaya çalışmamsın sen. Kim olduğunu bilmiyorum. Ama her neredeysen seni bulacağım. Bilesin. Ve bulunca seni çok ama çok seveceğim...