Ben hayal dünyamın günlüğünü tutuyorum sadece...

28 Aralık 2014 Pazar

Bazı geceler...









Böyle günlerde... Odamın her santimi Cem Adrian sesi ile doluyken... Yani kırgın, ümitsiz ve yorgun olduğumda... Kırmızının beni mutlu etmediği günlerde... Sevmediğim günlerde... Bir şeylerin eksik olduğu, gökyüzünün artık mavi olmadığı gecelerde; Yedi parlak yıldız göremediğim için kendime sakladığım dileklerime... Artık gerçekleşmeyeceğine duyduğum inançsızlığıma... Çocukluğuma ve yaralarıma... O derin yaralarıma... Parmaklarımın klavye üzerinde piyano tuşlarında gezinircesine çaresizce gezindiği anlara... Şarkının bir kısmında yükselen tiz sese... Gözkapaklarıma... Ağır ağır inen yaşlarıma... Anlatamadıklarıma... Bilipte sustuklarıma... Rüzgara... Gidişine... Arkana bakmadan gidişine... Söyleyemediklerime... Dolan küllüğü boşaltmaya üşenmeme... Teki kaybolan en sevdiğim çorabıma... Raptiye kalmadığı için birbirinin üzerine panoya astığım, hiç gitmeyeceğim konser ve tiyatro afişlerine...  Doldurulamadığı için bir daha kullanamayacağım o güzel çakmağa... O kadının saçlarına... Onun upuzun saçlarına... Seni benden alan saçlarına... Benim kendi halinde dağınıklığıma... Yüklemsiz cümlelerime... Bitmeyen paragraflarıma... Aynı şarkıyı yüzlerce kez dinleyebilme kapasiteme... Her kış defalarca hasta oluşuma... Bir türlü mevsimine göre giyinemeyişime... Hiç kullanmadığım çerçevelerime... Kırılmış pastel boyalarıma... Hiç sevmediğim resim öğretmenime... Artık çalışmayan müzik kutuma... Bana bu sözleri yazdıran acılara... Bu kana susamış, bu yangın yeri öfkeme... İyileşmeyi reddeden benliğime... İyileşmeyen kimsesizliğime... Tüm kırılmışlıklarıma...

Derin bir nefes alıp sigaramdan, uzun uzun sövüyorum... Ne küfürler ama! Ben bazı geceler uyumuyorum... Cem Adrian çalıyor... Ben içimden küfrediyorum... Duymaya utanıp!


21 Aralık 2014 Pazar

Perde




Biz yokuz artık. Başkaları var. Şarkımızı şarkısı sanan. Kayan yıldızlarda aynı dileği dileyen... Kendilerini sonsuz zannedenlerder var.  Şehrimizi kendi şehri zanneden, bizim yolunu ezbere bildiğimiz yolları yeni keşfedenler var. Bizim karnını çoktan doyurduğumuz martılarımıza simit atanlar var. Ağaçkakan görme umuduyla ağaçlara bakarken birbirlerini unutanlar var. İyi geceler demeden uyuyamayanlar...

Kısacası, sen ve ben bir zamanlar neysek, ne olma ümidindeysek şuan öyle olanlar var... Yenilmez hissediyorlar kendilerini. Oysa o kadar kolay ki yenilmek. Bir anlık gaflet! Bir anlık boşluk! Bir anlık heves! Bir hata... Kocaman, devasa bir hata anı... Yaparken farketmediğin. Domino taşlarının üstüste yığılıp kelebek etkisi yarattığı bir hata... Senden vazgeçmemi sağlayacak tek bir hata. Yapmaman gereken tek şey... Senden istediğim tek şey...

Nasıl bu kadar aptal olabildin! Nasıl... Bu kadar sersem, bu kadar ahmak, bu kadar vurdumduymaz olabildin. Ne zaman bana verdiğin sözlerden vazgeçtin. Benden ne zaman vazgeçtin!

Aptal! Umudu kirletmek ancak senin gibi bir aptalın yapacağı birşeydi... Bravo sana... 

........................Ve perde kapanır.................


12 Aralık 2014 Cuma

Dönme Dolap



Anlatmanın zamanı geldi sanırım...

...

Elimde telefon ekrana bakakaldım. Bir damla yaş yada bir kaç emin değilim... Sinsice telefonun ekranına çarpınca hızlıca gözlerimi kırpıştırdım. Üzerime oturan öküzü ittirip nefes almaya çalıştım. Neredeyse koşarak terasa çıktım. Gökyüzüne ne kadar yakın olursam o kadar rahat nefes alırım sandım. Aklımdan onlarca cümle geçti. Onlarca söz dizimi. Ben hiçbirine inanmadım. İnsan gözünün önündekini görmüyor işte! Gerisi bana kalsın.

...

İşyerinden çıktım. Sana yazdım. Kötüyüm, seni görmem lazım diye. İşin garibi kötü olma sebebim sendin. Ama ihtiyaç duyduğum tek kişi yine sendin. Yanına geldim. Bir gün önce yanından ayrılırken kalbim yerinden çıkacak gibi olan ben, bomboş geldim. Vapura binmeden bir emanet kutusuna bırakmışım gibi hislerimi...

...

O çok sevdiğim yere götürdün beni. Hani gökyüzünün incecik bir çizgi gibi görünmesini sağlayan eski binaları olan o güzel sokağa... Martıların ve deniz kokusunun kucağına... O minicik taburelere... Oturduk. Benim aklımda binlerce soru. Sende olmayan cevaplar. Sustum. Huyum olmadığı halde. Sonra sen anladın. Bunu öğrendiğim için bana kızdın. Zaten sen hiç haksız olmadın! Bilmemeyi diler miydim bilmiyorum.

...

Kadınlık gururum _ eğer öyle birşey gerçekten varsa (ki olmasını dilerim)_ ayağımın altında ezip bir sigara yaktım. Hiç kurmadığım şekilde mantıklı cümleler kurdum. Sen hep sustun. Bu haksız birinin suçluluk duygusu ile sığındığı bir sessizlik olmadı. Bu daha çok umursamaz bir sessizlikti. Canım en çok burda yandı.

...

Bir cevap vermen umuduyla o eski bahçeye yürüdük. Ordan deniz kenarına. Tanrım! Ne çok yürüdük. Birbirimize doğru olmayan adımlar atmak ne acı... Sana teşekkür ettiğimi hatırlıyorum. Herşey için. İçinde kinaye olmayan bir teşekkür...

...

Sahilde oturuşumuz ve benim içimden 15 senedir hiç vazgeçmediğim dileğimin geçişi... Senin tahmin edişin. Ama suskunluğun! O kahrolası, o maddeleşmiş, o yangın yeri suskunluğun... Beni içine çeken beni tüketen suskunluğun...

...

Bir sürü bahane ile 5 saat geçirdik. Sonunda bırakmam seni dedin. Bırakacağını ikimizde bilirken. Ben senin yakınında ki bir meyve bahçesiydim. Eğlenceli, el altında, itaatkar... Sen beni sevemedin. Biliyorum. Kızma kendine. Benim de sevemediğim bir sürü insan geçti hayatımın kıyılarından...

...

Bunları şimdi yazabiliyorum. Tam olarak 5 ay sonra. Çünkü ben kendimi azad ediyorum bugün. Artık yeni bir başlangıcım var. Yeni bir sebep yaşamak için. Belli ki beklemek saçma. Belli ki affetmeyeceğim seni. Belli ki güneş bizim için doğmayacak...

...

O yüzden en iyisi gitmen içimden. Sana dair herşeyi silip, yırtıp attıktan sonra sıra anılara geldi. Bilirsin severim ben anıları. Ama bazen büyümek gerek... Dönme dolaptan inme vakti...

Hoşçakal...

6 Aralık 2014 Cumartesi

Kabataslak









   Hafıza adında berbat bir yol arkadaşım var benim. En küçük ayrıntıları beynimin kenar köşelerine saklayan. Seni her bir parçan ile hatırlayan... Bu sigaranın izmaritini farketmeden içtiğinde dudağında hissettiğin acı, ağzında ki kömür tadı gibi... Bu bazı semtlere, bazı şarkılara küsmek gibi. En sevdiklerin olsa bile... Bu çırılçıplak kalmışsın gibi kalabıklarda... Kötü, çirkin bir duygu. Bağırmak istiyor insan. Çığlık çığlığa bağırmak! 


    Tüm vücudum kaskatı.. Tek bir kasım bile hareket etmiyor sanki. Her sabah kendimle savaşarak benden bekleneni yapmak! Dostlarıma göre kazanmak.. Benim için her defasında derin yaralar almak... Sensizliğin kabataslak bana yaptığı bu. Buna bir isim veremiyorum. Bildiğim hiç bir şeye benzemiyor. Evimin yolunu unutmuşum gibi... Saçma... Kendimi omuzlarımdan tutup hızlıca sarsamak istiyorum. Kendine gel! Bu sen değilsin. Kalk ve bir defa daha savaş demek istiyorum... Aynaya takılıyor gözüm. İçim sızlıyor. 

   Siyah beyaz görmek hayatı... Herkese geçtiğini söylediğim bir yaranın, kabuk bağlamasına izin vermemek... 

   İyi bir insanmışım ben. Herkes öyle diyor. Ama iyi olmanın, insan olmanın, erdemli olmanın, düzgün olmanın yetmediği bir boşlukta yaşıyorum ben. Burası karanlık, burası çok dar. Sığmıyorum. Bazen bir şeyler dürtüyor beni. Yaşama sevinci hissediyorum belli belirsiz. Bir parça umut belki. Sonra... Sonra seni gördüğüm o ilk günün anısını çıkartıyor berbat yol arkadaşım! En başa dönüyorum.

   Ben her yeni güne, savaş yaraları ile başlıyorum....

30 Kasım 2014 Pazar

Dilek Sigarası....




Pencereden dışarı baktım bugün filmlerde ki gibi. Üzerimde bana en az iki beden büyük gelen salaş kazağım, dağınık toplanmış saçlarım, içinde içmeyi unuttuğum kahvemle fincanım... Bugün yokluğu'm'un bilmem kaçıncı gününü kutladım yalnız! Mucize olmasını beklemek için fazla büyümüşüm sanırım. Bir yerlerde bir hata olmalı. Bunca savaş, bunca karmaşa, bu kaos! Herkesin içinde, derininde bir mucize dileği! Tanrı'dan bu kadar çok şey istemek fazla değil mi ?

Mesela ben, bir şeyler istemeyi bıraktım. Oysa uyumaya vaktim kalmazdı dileklerimi sıralamaktan... Ne zaman vazgeçtim ben 12 yıldır mütemadiyen her yeni  pakette ters çevirip, en son içersem kabul olacağına inandığım dilek sigaramdan! Ben ne zaman bu kadar umutsuz oldum? Peter Pan'ın kayıp dünyasına inanırken mucizelerimden ne zaman vazgeçtim! Sığınağımdan çıkmak hataydı. Biliyorum. Aynı şarkıyı dinlemek her gün, sıradan ama güvenliydi. Kabuğumun altında sıcak ve huzurluydum. Yanlış kararlar, yanlış insanlar... Doğru olan neydi bilmiyorum. Şuan herşey yanlış geliyor. Mevsimlerin değişimi, havanın birden soğuması, senin gitmen, babamın her sene başında grip olması, Cem Adrian'ın bu kadar güzel şarkılar yapması, seni özlemem, kinder'in artık şirin oyuncağı vermemesi... Bunlar sadece bir kaçı... 

Birşeyleri sihirli değneği olan veya olmayan birileri düzeltene dek yatağımın altına saklanacağım sanırım... İstanbul'dan gitme vakti yaklaşıyor... Yatağımın altı; benim çorak topraklarım, benim kasvetli şehrim... Geri dönüyorum...

22 Kasım 2014 Cumartesi

Beynim, kalbime sordu; Sevecek misin ?



Bir zamanlar seni ne kadar çok sevdiğimi hatırladım. Ne zamandı onu hatırlayamıyorum ama çok sevmiştim. Ve bir insanoğlu o zamanlarda gelip bana, seni sevmediğim zamanların geleceğini söyleseydi ne kadar kızardım. Kader sanırım böyle birşey... Ben senin son'um olacağına inandım. Oldunda... Ama benim hayal ettiğim gibi değil. 

İnsanlar sana kızsın istiyorum. Ben kızamıyorum çünkü hala. Söylediğim hiç bir kötü söz kalbimden gelmiyor! Sen söylerdin kalbim konuşurdu benim, konuşmuyor. Geçenlerde bir adam gördüm. Hoş, yakışıklı denilebilecek türden. Sonra baktım ki gözleri kahverengi değil! Kahverengi olmayan bir göze bakmak ne haddime! Göremem ki... Saçları siyahtı. Siyah... Alnının iki yanında saç çizgisi küçük çukurlar oluşturmamıştı... Bu ne demek biliyorsun değil mi ? O sen değildin! 

Beynim, kalbime sordu; Sevecek misin ? Yanıt yok! Bir daha ve bir daha ve bir daha sordu... Yanıt yok! Elimi kalbime götürüp orda mı diye bakmak istedim. Dokunabilsem anlayacakmışım gibi... Orda olmasa bu kadar acıyamazdım. Kalbim konuşmuyor artık! Siyahlar ve beyazlar arasında kırmızılarıma yer kalmadı... Renklerimi bulamıyorum, kalbimi bulamamam gibi...

Gözümün kenarında inatçı bir damla var. Ne düşüyor ne kayboluyor! Orada asılı kalmış... Hani dokunduğunda hissettiğin ama beyaz olduğu için koparamadığın, yerini bulamadığın bir tüy vardır. Herkeste vardır! Sinir olursun! Sinir oluyorum. Öfkemin esiri oldum... Hayata, kadere, yalnızlığa ve hatta çok sevdiğim Cem Adrian şarkılarına öfkeliyim. Kendime öfkeliyim... Umuda, gökyüzüne ve denizime öfkeliyim...

Unutmam gerek! Nasıl yapıldığını öğrendiğimde yapacağım. Hatta ölmeden önce yapmak istediklerim listeme ekleyeceğim! Seni ölmeden unutmam gerek... Bu yangın, dumana dönmek zorunda! Bu yangın sönmek zorunda...



8 Kasım 2014 Cumartesi

Akrep ve Yelkovan'ın ayrılık hikayesi...




Hiç üşenmedim. Oturdum ve saydım. Tamı tamına 3 ay 21 gün 4 saat 17 dakikadır ayrıyız. Ne tuhaf! Zamanın çabuk geçtiğinden yakınırdım. Yetmemesinden... Saat takmaktan nefret ederdim bu yüzden.  Şimdi yelkovan akrebi kovalamıyor. Onlar da küs sanırım. Ve dünya yolu bilmiyormuşçasına, güneşin etrafında daha geniş bir daire çiziyor! İnsanlar eskisi gibi koşturmuyor bir yerlere yetişmek için. 24 saatin az geldiği bünyem şimdi isyan ediyor! Bir terslik var. Bir gariplik! Bulmak lazım.

İçimi temizlemiyorum, nefretten. Öyle kızgınım, öyle kırgınım ki devam edemiyorum. Korkuyorum. Nefretim boğacak beni! Delireceğim! Herkesin bir fikri var, bir kaçış planı... Kendilerine ait yöntemleri. Beni ikna etmeye çalışıyorlar. Dinliyorum onları çoğu zaman. Başkası ile görüş dediler, denedim. Gez, dolaş dediler, gezdim. Yeni bir uğraş bul dediler, buldum. Herşeyi at dediler, attım. Bir düzen kur kendine dediler, kurdum. Acıklı şarkılar dinleme dediler, dinlemedim. Yalnız kalma dediler, kalmadım. Olmadı! En son zamana bırak dediler, şimdi onu deniyorum. Daha kaç saniye gerek, dünya kaç tur daha atmalı güneş etrafında? Kaç adam? Kaç şehir? Kaç yeni uğraş? Kaç anı? Kaç farklı düzen? Daha ne kadar kalabalık olmalıyım ? 

Saplantılıyım sanırım. Yani onu da birileri söyledi bana. Saplanıp kalmışım sana. Oysa senin yalanlarındı içime saplanan, beni dağıtan! Sana kızgınım ve kırgınımda çokça... Hatta nefret ediyorum. Ve tüm o histerik hallerim için de en doğru düzgün olan nefretim. Söz vermiştin. Diğerleri gibi basit olmayacaktın ve kirletmeyecektin benim anılarımı. Bir başka gölge düşmeyecekti üzerimize... 

Zaman düşman, zaman benim bedenimi yorarken,seni anılarımda gencecik tutacak! Sen yaşlanmayacaksın zihnimde. Ve her hatırladığımda bir kez daha aşık olacağım sana... Çaresizce.

28 Ekim 2014 Salı

Dahi anlamına gelen -ki ayrı 'sevilir'...





Burası çok soğuk…  Kış gelmiş sanki. Görsen, ağaçlarda bir tane yaprak yok. En sevdiğim kuşlar göçmen olmuşlar. Kırmızı, kırmızı değil sanki… İnanmazsın gökyüzü mavi değil, gri… Ama hep gri… Deniz desen ayrı bir hikaye… Bir kızgın, bir kırgın, hep dalgalı, hep bir savaş halinde… Şarkılar hep hüzünlü… İnsanlar yabancı. Anlatacaklarım var ama konuşamıyorum. Çok soğuk! İçimde dev buz kütleleri… Şimdi sana üşüyorum diyeceğim, inanmayacaksın. Yeminle üşüyorum ben! Çok üşüyorum…

Gidişinle öldürdüğüm bir takım düşlerim var. Arka bahçesi ceset dolu içimin… Sana söylenmek üzere ipe dizilmiş küfürlerim var. Duysan utanmazsın! Sen hiç utanmazsın ki. En azından ben göremedim. Ömrü vefa etseydi aşk’ının belki denk gelirdim bir kere olsun. Aldatmak bu denli kolay olmasaydı, senin için.  Verilen sözlerin bir kıymeti olsaydı. Mesela, seni hiç bırakmayacağım derken doğruyu söylemiş olsaydın! Sarıp sarmalarken beni, kollarının yanında bir parça da kalbin sarsaydı. Belki görürdüm! Ama ne mümkün… Sen saçları benden daha uzun bir kadına gittin. Gitmek de denmez aslında, sen hiç gelmedin ki benim kıyılarıma… İzmir’in Karşıyaka’sıydın sen! Benim içimdeydin ama benim olmayı kabul etmedin! 

Küçük mutluluklarımı, pamuk şekerimi, kağıt helvamı, sokak müzisyenlerimi, balık ekmeği, ucu kırık saçlarımı, mırıldandığım şarkılarımı, ezbere bildiğim onlarca şiiri, benim şairlerimi, benim öykülerimi, benim kahramanlarımı, benim denizimi sevmedin sen! Neden bilmiyorum ama sevmedin. Sevmeye çalıştın mı onu da bilmiyorum. 

Bense senin devrik cümlelerini uçsuz bucaksız bir sevgiyle kabul etmiştim. Senin dahi anlamına geldiği için ayrı yazılan –ki olduğunu bilmeden. Cümle içinde hep hatalı kullandım. Ben sanırım seni biraz yanlış sevdim!


11 Ekim 2014 Cumartesi

Uykusuz






Uyuyordum..
Gecenin bir vakti. Lanet olası bir sabaha karşı...
Bir anda sen geldin gözümün önüne...
Rüya veya gerçek değildi...
Uyandım!
Gayri ihtiyari sol yanıma baktım.
Sızlıyordu.
Sen bir sinema biletine bakıp ağlamamı sağlayan adam!
Unuttum san sen... En kolayı...
Nasıl dağıttığını unut içimi...
Nasıl paramparçayım ne farkeder?
Sen sopa yutmuş gibi dimdik yürü...
İnsanları görmüyormuş gibi bak etrafına.
En masum sen ol!
Ben yıllarımı verdiğim saçlarımı bir makas darbesine kurban etmişim, ben kınalı yapıncak olmuşum bi gece de ne Gam!
Sevdiğim tüm şarkılar bana haram olmuş ne olacak yani?
Sorular can bulmuş yakama yapışmış,sarsıyorlarmış, uykulardan uyandırıyormuş, korkuyormuşum nedir yani!

Sen şiir olurken benim mısralarımda, ben küfür olmuşum senin ağzında olsun!





19 Ağustos 2014 Salı

Sardunya, Cam güzeli, aslanağızı ve sümbül'den özür dilerim...



Beni hiç unutma olur mu ?
Unutmam...


     Söz vermekten neden bu denli korktuğumu sormuştun bana bir keresinde. Tutamayacağım sözü vermekten korkarım ben demiştim. Söz vermenin vebali büyüktür... Eğer birine bir söz verirsem nefesim yettiğince tutarım. Tutamazsam dert olur bana. Acıtır... Annem böyle öğretti... Ben böyle büyüdüm.. 


       Ben sana bir söz verdim. Seni unutmayacağımı söyledim. Unutmayacağım da. 

      Senin hatıran için çok güzel bir oda hazırladım zihnimin zindanlarında. Deniz gören cinsinden... Balkonlu, ferah, güneş alan, güney cephesinden... Bol yağmurlu yerine denk gelmeseydin ömrümün,  balkonuna sardunyalar ekecektim... Cam güzelleri, aslanağızları ve sümbüller... Rengarenk açacaklardı mevsimlere inat...

     Midemde ki kelebekler canıma batıyor şimdi... Sahi bu kadar çabuk mu tükendi ömürleri?

     Ölesiye kızgınım!!! Ölesiye kırgın!!!

     Sen benim mabedimin duvarlarını siyaha boyadın... Karanlıklara bıraktın beni, kendin güneşli günlerde yürürken... Gitmek veya kalmak değildi mesele... Sevmekti! Bilemedin... 

    
     Sen neden gittin ???

7 Ağustos 2014 Perşembe

Korkuyorum...




   Zamanın bu kadar çabuk geçmesi ne denli korkunç! Daha dün gibi herşey... İçim parçalı bulutlu... Korkuyorum bir an! Kısacık  bir an küçücük bir şeye gözüm takılacak... Şimşekler çakacak içimde gökgürültüsü kaplayacak, korkacağım... Yağacağım gürül gürül... Sel alacak beni... Camları buğu yapacak gözlerimin... Bir şey yazmaya çekineceğim izi kalır diye... Sanki azmış gibi!

...

   İnsan, içinde yeşeren korkuya engel olamıyor. Hayatım boyunca hiç olmadığım kadar korkuyorum. Ne yatağımın altı, ne kapının arkası ne annemin yanı korkmamı engellemiyor ... Çok korkuyorum! İçimde kalan, senin çaldığın, benim hala aradığım birşeyler var...

   Bir şarkı vardı; " Dün gece hiç tanımadığım bir erkeğe" diye başlayan... Dün ve önce ki tüm geceler o şarkıya klip çekiyorum! Bazen gözüm dalıyor yanı başımda ki koltuğa... Seni arıyorum. Diyorum ki o olsaydı çay isterdi. Ona da bir çay söylesem... Beraber içsek gene...Seni çok özlüyorum, cancağızım! Bu korkunç bir his.Ve en korkuncu bu kez kimseye söylemiyorum. Söyleyemiyorum!

   Sadece istiyorum ki canını acıtacak bir şey bulayım! Canın acısın...Ama benim kadar değil... O kadarına dayanamazsın. Azıcık acısın. Ben bu kadar kanarken, senin iyi olman sinmiyor içime! Başka adamların kokusu bedenime işliyor, sana kızdıkça... İntikamımı hayattan alıyorum can yoldaşım... İntikamımı kendimden alıyorum. Ve lanet olsun ki hala sana kıyamıyorum! Hala seni tüketemiyorum, bitiremiyorum...

   Esen her rüzgarı, çalan her şarkıyı, gördüğüm her martıyı, bir damla suyu tutup sana tamamlıyorum... Sonra domino taşları gibi dağılıveriyorum. Ve dağılmak güzel duruyor üzerimde... 

  Tavlaya elimi süremiyorum. Gözlerin aklıma gelecek diye kahve içmiyorum. Ne zaman ürpersem o her daim buz gibi parmakların aklıma düşüyor... Üşüyorum! Saçlarımın dibi acıyor. Ellerine nasıl da bağımlı olmuş bilmeden... Bazen kendi ellerimi geçiriyorum saçlarımın arasından! Gözlerimi kapatıp seni düşlüyorum! O zamanlarda kimse olmuyor yakınımda! Gecenin bir vakti demiyorum, uyanıyorum... Sigara yakıyorum. O yanarken denizin o tuzlu kokusunu çekiyorum, ciğerlerimden. Elimi saçımın boynuma yakın kısmından yavaşça içeri sokuyorum... 

   Sana benzemediği için ellerimden nefret ettiğim anlarım var benim!

   Gittiğin için değil, kalamadığın benim olamadığın için senden nefret ettiğim gecelerim var! 

   Neden sorusunu hazmedeğim akşam üstlerim...

   Ve beni darmadağın eden bir listem var, bir daha yapamayacaklarım listem...

...


1 Temmuz 2014 Salı

Onun kokusuna başka bir kadının kokusu karıştı...





O gitti...
Benim değil artık. Kimin bilmiyorum. Ne önemi var ki... Artık benim değil..!
Onun kokusuna başka bir kadının kokusu karıştı...
O eller başka bir kadına değdi...
Gözleri başka bir kadın gördü, sesini başka bir kadın duydu..
O artık benim değil!
Kimin bilmiyorum...
Ne önemi var ki.

Sonsuzluk tuhaf bir kavram. Sonsuza dek ait olacağın ruhu bulduğuna inanıyorsun. İçinden yeni bir kimlik çıkıyor. O olmadığı zamanlarda nasıl bir insansan tam tersi oluyorsun bir anda. Mutlu oluyorsun çokça... Ve huzurlu... Herşeyin yeniden şekilleniyor. Umudu öğreniyorsun ve aşkın yeni halini... Gözün kör, kulağın sağır oluyor... Sonra? Sonrası boşluk. Hayat acımasız. Hep derim; dünya insanlar için fazla güzel, insanlar bu dünya için fazla kötü! Hangisini seçersen! Bence; biz kötüyüz, çok kötüyüz... 

Aldattı!
Nasıl yaptı, neden yaptı, ona bunu yapması için ne yaptım, benim rolüm neydi bilmiyorum...
Günah çokta suçlu yok işte!
Tanrı, insanları muazzam bir güzellikle yarattı. Sonra onlara korkunç duygular verdi.
Bir insanın bir başkasına bunu neden yaptığını hiç bir zaman diliminde anlayamayacağım. Kimse bana bunu açıklayamayacak...
Dünyanın hem bu kadar güzel hemde nasıl bu kadar korkunç olduğunu anlayamadan öleceğim!

Yeniden yürümeyi öğreneceğim ama bir eksik!
Çokça kırgın!
Çocukken babamdan ısrarla istediğim ve bana aldığı o oyuncağın kırılmasına alıştığım gibi alışacağm... 
Evden kaçan kedimin yokluğuna alışmam,
Her seferinde dünyaya bir kat daha kırılmam gibi...

Anlayacağın; ne kadar sevsen olmuyor bazen... Dünya bize öğretildiği kadar basit değil..
Biri ile konuşmasam nefes alamazdım. Okuduğunuzu bilmek benim yaşamamı sağlıyor!

Sonsuz Teşekkürlerimle...

19 Haziran 2014 Perşembe

Karanlık





Ben hüzünlü şarkıların hepsini unutalım istemiştim.

İlk gördüğüm gündü. Yeniden başlamak  artık o kadar da korkunç görünmüyordu gözüme.. Bir deli cesaretine bürünmüştüm. Bir elimde kalbim, bir elimde ruhum. Sahip olduğum yegane iki şey! Ona doğru gülümsedim. Gülümsememi sevsin istedim. Tanımadığım bir koku vardı. Huzur kokuyordu. Huzur'un bir kokusu olduğunu o gün öğrendim...

Sevdim... Çok sevdim... Ömrümce ilk defa böyle sevdim. Deniz gibi sevdim.. Gökyüzü gibi.. Umut gibi.. Kırlangıçlar gibi... Martılara simit atmak gibi... Uçurtmalara göz kırpmak, gemilere el sallamak kadar sevdim... Çok sevdim...

Gülünce gözlerinin etrafı kırışrığından mıdır bilmem, kırışıklıkları sevdim. Çizgilerini, kısılan gözlerini... Kör oldum! Karanlıkları göremedim... Karanlıktan hep korktum ben zaten... Karanlık kötüydü...

Ben herşeyle mücadele edebilirim, dedim ona. Herşeyle... Parayla, umutsuzlukla, yılgınlıkla... Beni baş edemeyeceğim tek şeyle sınadı Tanrı! Karanlıkla... Bir adım atayım dedim gözüm kör, ayağım boşta.. Yönüm yok! Direndim.. İkinci adımımı attım ürkekçe... Yol yok! İz yok! O yok... Hiç olmamış...

Ben hüzünlü şarkıları bilmeyelim istedim. İçinde acı olan şeyler uzak dursun istedim.. Şimdi ne dinlesem, ne duysam içinde acı var...Dolanmış dilime... Hüznüm 2 beden büyümüş gibi. Oysa sahip olduklarım içinde bir tek hüznüm küçücüktü benim!

Şimdi şaşkın,
Şimdi amaçsız,
Şimdi yorgun!
Şimdi yok!
Yarın yok!

Bir bildiğim dün vardı.
Yalanlarla örülü, masallarla örtülü...


Şimdi ruhumu küçük parçalara ayırıp, ardım sıra atmak istiyorum... Kırlangıçlar doysun, izim kaybolsun diye...


13 Haziran 2014 Cuma

Ruhumun konuk evinde yaşıyorum ben!




Ruhumun konuk evinde hüzünlü bir sonbahar şimdi..
Oysa Dünya takviminde yazı yaşıyor insanlar...
Neden aralarına karışamadığımı, neden onlar gibi olamadığımı anlayamıyorlar!

Ruhumun konuk evinde yaşıyorum ben!
Benim masa örtümün bile ruhu var, onların yok...
Fiskos masası sessizliğinde ve ürkekliğindeler...
Çaresizce işe yarayacakları anı bekliyorlar!

Artık sadece üzerine örtülen örtüye isim veren, bir ahşap parçası onlar...
Kullanılmayan bir telefon veya pili bitmiş bir saat ağırlığındalar...
Anlayamazlar...

Ben ruhu sümbül gibi kokan, kasımpatı gibi açan bir kadınım! 
Ruhumu kirpik aralarıma sakladım...
Hepsinden saklandım!
Ladesi ben kazandım...








7 Haziran 2014 Cumartesi

Haziran..!





Bu bir öykü, bir veda veya bir şiir değildir! Bu yolda yürürken rastladığın eski bir dost gülümsemesidir...


Zamanı geldi...
Şimdi, vedaları hiç sevmeyen ben, sana veda ediyorum...
Git Haziran!
Yıllarımı, yollarımı, rüyalarımı al! Al ve git!
Uyuyamazsan denizi getir gözünün önüne...

Bir adamın gölgesi altına sığındım ben artık!
Başkasına aidim.
Senden vazgeçtim...
Yanına  ıhlamur al giderken...

Huyum değişti sanki.
Bazen yabancı geliyorum kendime...
Seni sevmemek fikrine alışmaya çalışıyorum!
Tanrı'm ne zormuş!
Saçın ıslak dışarı çıkma...

Az kederliyimdir, bilirsin.
Doğuştan benim ki...
Bir çeşit doğum lekesi!
Güvenme, hemen gösterme içini!

Şimdi git haziran!
Özgürlüğüne git..
Umuda git...
Sıkı giyin öyle git...
Sana öremediğim tüm kazakları giy git!!!





12 Mayıs 2014 Pazartesi

Bilinmezlik...






En zoru bilinmezlik içinde kaybolmaktır...


Salağa yatıp, O'nunda senin kadar mutlu olduğunu düşünmek tesellisindesin!

Herşeyin yalan olamayacak kadar özel olduğuna inanıyorsun!

İnanmak istiyorsun!

Kaybetmek istemediğini biliyorum...

Yapma!

Şimdi derin bir nefes al...

Öğrettiğim gibi.

Yıllarca provasını yaptığın "Hayatta kalma" eğitiminin final sınavındasın...

Sakin ol!

Korkma, ben senin yanındayım. 

Tüm dünyayı kucaklayabilecek kadar geniş, herşeyi ve herkesi sevebilme kapasitesine sahip o kocaman kalbin!

İnsanlığın, o sorgusuz sualsiz insanlığın...

Ah Kadın...

Seni sevmeyi başaramadılar.

Oysa nasıl da mutlu olmaya hevesli yaşıyordun!

Ağzın kulaklarında...

Senin de aşktan payına düşen bu olsa gerek!

İdare et...

Ben burdayım. 

Hep burada olacağım...

Umudum kırıldı deme sakın, umut soyuttur. 

Sonsuzdur. 

Ve ben umudunu geri kazanman için tüm gücümle çalışacağım...

Hayatta kalmayı başaracağız...

Tut hıçkırığını...

Kendini affetmeyi de öğreneceksin, O'nu da... Hayatı da...  Aşkı da...

Sen sevmek için yaratıldın Kadın.

Kaldır başını ve dik dur!

İyileşeceğiz...


Ben gerçeğim...

2 Mayıs 2014 Cuma

Yeniden başlama rehberi (Evet yürümeyi yeniden öğreniyorum)






 Bazen acılar hiç geçmez zannedersiniz! Bir şeylere tutunma ihtiyacı ile hep bir arayıştasınızdır. İçiniz de büyüyen kocaman yapayalnız bir sevgi vardır. Paylaşmak istersiniz. Ama kimse sizi görmez! Siz kimseye kendinizi göstermezsiniz. Sonra o gelir… Kim olduğunu bilmediğiniz, ama “kim olacağını” bildiğiniz!

Hafızanızı silmek istediğiniz o hiç bitmeyen geceleri anımsamakta zorlanırsınız. Bazılarının buna aşk, bazılarının ise huzur dediğini duyarsınız. İsim vermeye korktuğunuzdan sessizce kabullenirsiniz. Cesaretiniz kırılmıştır! Yalpalayarak yürüyorsunuzdur yollarda! O ana dek! Bir şaka arar zihniniz. Komik olmak için değil! Onun gülümsemesini görmek için. Çünkü güzel gülen adamlar zarar veremez, bilirsiniz.

Gülmek bir devrimdir ve sizi devrimden başka hiç bir şey kurtaramayacaktır… O sevdiğiniz filmler gözünüzün önünden bir bir geçer! Üzülmezsiniz, daha önce hıçkırarak ağladığınız sahnelere… Pişman olursunuz sadece, tüketmiş olmaktan, tükenmiş olmaktan. Aynı aşk ile izleyemeyeceğinizi düşünmekten! Aynı aşk ile yaşayamama korkusundan!

Geç kalmak korkutucu bir eylemdir! Bu yüzden saatim diğer insanlara göre 10 dakika ileridir her daim.
Biliyorum sende benim gibisin. Bugün sana bir sır vereceğim. En sevdiğin filmin dvd’sini al! ( İzleyemediğiniz tüm filmler için) Güzel bir mektup yaz! (çektiğiniz tüm özlemler için) İki poşet çay al! (içemediğiniz tüm çaylar için) Kum saati al! (beraber geçiremediğiniz tüm saatler için) Boş bir çerçeve al! (çekilemediğiniz tüm fotoğraflar için) Bir atkı ör! ( geçiremediğiniz tüm kışlar için) Bir şiir ezberle! (beraber sevemediğiniz tüm şairler için), Bir müzik cd'si hazırla! ( çıkamadığınız tüm yolculuklar için) Onun için bir kutu yap… Bu kutuya umut adını koy… Sonra yapamadıklarını biriktir. O gelene dek… Sonrasını biliyorsun.

Onu deniz kenarına götür. İki çay söyleyin tavşan kanı… Sonra umudunu ona ver! Gerisi kolay…

Karşılıklı çay içmeyen sevgili mi olurmuş? Hiç!

Sevgiler,




22 Nisan 2014 Salı

26-27 Nisan 2014'te İzmir Tüyap Kitap Kitap Fuar'ında Sizi Bekliyorum...

 


 




Merhabalar benim biricik takipçilerim :)

İstanbul dışında bir yerde yaşamam gerekse  ilk tercihim şüphesiz İzmir olur. O denli çok severim; Alsancak'ı, Kordon'u, Karşıyaka'yı, Eşrefpaşa'yı, Dikili'yi... Ve şu an sayamayacağım diğer tüm ilçeleri ile aşık olduğum şehre yazar olarak ilk gidişim. İlk ziyaretim... Evet çok heyecanlıyım. Bu heyecanımı da diğer tüm duygularımı sınırsızca paylaşabildiğim biricik blogumdan duyurmak istedim. Yolunuz düşer de uğramak isterseniz, ben orada olacağım...

Hep söylüyorum biliyorum ama yeniden ve her zaman iyiki varsınız...

Sevgiler...


Yer: İzmir Tüyap Kitap Fuarı / Salon 2 - 105F


 


Özlem Çelik